DONALD. W. WINNICOTT ÇEVİREN: AYŞEGÜL SALGIN
Bu yazıda genel karşıt değerlilik (ambivalency) konusunun bir yönünü, karşı-aktarımda nefreti incelemek istiyorum. Bir psikotiği analize alan bir analistin (onu bir psikanaliz araştırıcısı olarak adlandırabiliriz) uğraşının, bu olguyla ciddi şekilde zorlaştığına ve psikotiklerin analizlerinin, analistin kendi nefreti en iyi şekilde ayıklanıp bilinçli hale gelmedikçe mümkün olmadığına inanıyorum. Bu, analistin kendisinin analizden geçmesi gerektiğini söylemenin bir başka şeklidir. Ancak bu ayrıca bir psikotiğin analizinin bir nörotiğinki ile karşılaştı-rıldığında usandırıcı olduğunu ileri sürmek demektir ve bu durum da ona özgüdür.
Psikanalitik tedavi dışında da bir psikotikle baş etmek bıktırıcı olabilir. Birçok kez, psikiyatrideki modern uygulamalarla (çok kolay karar verilen elektroşoklar ve çok şiddetli etkileri olan lobotomiler) ilgili sivri eleştirel yapmışımdır. Bu eleştirilerim nedeniyle psikiyatrın ve özellikle psikiyatri hemşiresinin uğraşının aşırı zorluğunu ilk kabul edenlerden biri olmak isterim. Ağır hastalar, onlara bakanlar için her zaman ağır duygusal bir yük oluştururlar. Bu yüzden bu işle uğraşanlar bazen korkunç şeyler yaptıkları için bağışlanabilirler. Ancak bu, psikiyatrlar ve cerrahlar tarafından yapılan ve bilimin ilkelerine uygun olduğu düşünülen her şeyi kabul etmemiz gerektiği anlamına da gelmez.
Bundan sonra söyleyeceklerim, doğrudan psikanalizle ilişkili olsa da, uğraşı hastaları ile analitik tipte bir ilişki kurmasını gerektirmeyen bir psikiyatr için bile gerçekten değerlidir.
Psikanalist genel psikiyatra yardım edebilmek için, hasta bireyin duygusal gelişiminin ilkel evrelerini araştırmanın yanında psikiyatrın işini yaparken karşılaştığı duygusal yükün doğasını da incelemelidir. Biz analistlerin karşı-aktarım olarak adlandırdığımızın psikiyatr tarafından da anlaşılması gerekir. Hastalarına duyduğu sevgi çok da olsa, onlardan korkmaktan ve nefret etmekten de kurtulamaz ve bunu ne kadar iyi tanırsa nefret ve korkunun hastalarına ne yapacağına karar vermesinde o denli az belirleyici güdüler olmasını sağlayabilir.
Konunun Açıklanması
Karşı-aktarım olgusu şu şekilde sınıflandırılabilir:
1. Karşı-aktarım duygularımdaki sapma ve yerleşik ilişki ve özdeşleşmeler, bunlar analistte bastırılmışlardır. Bu noktada söylenebilecek olan analistin daha çok analize gereksinim duyduğudur ve biz genelde bu sorunun psikanalistler arasında psikoterapistlerden daha az ortaya çıktığına inanıyoruz.
2. Analiste analitik süreçte olumlu bir çerçeve sağlayan ve yaptığı işi nitelik olarak bir diğer analistinkinden farklı kılan analistin kişisel deneyimlerine ve gelişimine ait olan eğilim ve özdeşleşmeler.
3. Bu ikisinden ayırdığım gerçek nesnel karşı-aktarım, veya eğer mümkünse nesnel gözlemle saptanan, analistin hastanın gerçek davranış ve kişiliğine tepki olan sevgi ve nefreti..
Bence, bir analist psikotikleri veya antisosyalleri analiz edebilmek için karşı-aktarımının bütünüyle ayırdında olabilmelidir ki hastaya karşı nesnel tepkilerini ayıklayıp inceleyebilsin. Bu tepkiler nefreti de içermektedir. Karşı-aktarım analizin zaman zaman önemli olgusu olacaktır.
Burada söylemek istediğim şudur: hasta analistte yalnızca kendinde duyabilme yeterliliğinde olduklarını beğenir. Örnek olarak obsesif bir hasta analistin işini anlamsız bir obsesiflik içinde yaptığını düşünme eğilimindedir. Ruhsal dalgalanmalar dışında depresif olamayan ve duygusal gelişiminde depresif pozisyonun sağlam bir biçimde kazanılmadığı, derin bir suçluluk, ilgi veya sorumluluk duygusunu duyamayan hipomanik bir hasta, analistin çalışmasını kendi suçluluk duygularını onarma çalışmasının bir parçası olarak göremez. Nevrotik bir hasta analisti hastaya karşı çifte değerli olarak görme ve analistinin sevgi ve nefretini yarılmış (splitting) olarak göstermesini bekleme eğilimindedir. Bu hasta şanslı olduğunda sevgi görmektedir, çünkü bir başkası analistin nefretiyle karşılaşmaktadır. Bundan eğer bir psikotikte sevgi-nefret duygularının çatıştığı bir durum ortaya çıkarsa, onun analistin de yalnızca aynı ham haldeki tehlikeli bir sevgi-nefretin çakıştığı bir ilişkiye yetenekli olduğuna inanması sonucu ortaya çıkmayacak mıdır? Analist sevgi gösterdiğinde aynı anda hastayı öldürecektir.
Sevgi ve nefretin bu çakışması psikotiklerin analizlerinde analistin olanaklarını aşan, tedavinin yönetiminde sorunlara yol açan ve tipik olarak yinelenen bir şeydir. Burada gönderme yaptığım sevgi ve nefret çakışması, ilkel sevgi dürtüsünü karmaşıklaştıran agresif bileşenden farklı bir şeydir ve hastanın geçmişinde nesne arayışındaki içgüdüsel dürtülerin ilk ortaya çıktığı zamanda çevresel bir yetersizlik olduğuna işaret eder.
Eğer analiste hasta tarafından çiğ duygular yüklenecekse, analist o konuma yerleştirilmeyi hoş görebilmek için önceden haberdar olup, hazırlıklı olmalıdır. Her şeyden önce kendisinde gerçekten varolan nefreti yadsımamalıdır. Bu konumda doğrulanan nefret ayıklanmalı ve daha sonraki olası bir yorumda kullanılmak üzere bir kenarda saklanmalıdır.
Psikotik hastaların analisti olabilmek için kendi içimizdeki en ilkel noktalara inebilmiş olmamız gerekir ve bu, psikanalitik pratiğin pek çok karanlık sorununa çözümün, analistin analizini ilerletmesinde yatmakta olduğu gerçeğinin bir başka örneğidir. (Psikanalitik çalışma belki de her zaman, bir ölçüde analistin kendi analizindeki çalışmayı analistinin onu getirebildiği noktadan daha ileriye götürebilme denemesidir.)
Herhangi bir hastanın analistinin asıl görevi hastanın getirdikleri hakkında nesnelliği korumaktır ve bunun özel bir hali de analistin hastadan nesnel olarak nefret edebilme gereksinimidir.
Gündelik analitik çalışmamızda analistin nefretinin haklı bulunduğu pek çok durum yok mudur? Çok ağır obsesif bir hastam birkaç yıl boyunca bana neredeyse iğrenç gelmişti. Bu konuyla ilgili olarak analiz bir dönemeci geçene ve hasta sevimli olana kadar kendimi kötü hissettim ve o zaman onun sevilme olanaksızlığının bilinçdışı olarak ortaya çıkan etkin bir semptom olduğunu fark ettim. Hastaya benim ve arkadaşlarının onun tarafından itildiğimizi hissettiğimizi ancak, onun bunu bilmesine izin vermeyeceğimiz kadar hasta olduğunu düşündüğümüzü söyleyebildiğim gün (ancak çok sonraları) benim için gerçekten muhteşem bir gündü. Bu ayrıca onun için de önemli bir gündü, çünkü gerçekliğe uyum sağlamasında büyük bir ilerlemeyi gösteriyordu.
Herhangi bir analizde analist kendi nefretini idare etmede hiçbir güçlük yaşamaz. Bu nefret gizil kalır. Tabii ki aslında o, kendi analizi sayesinde içsel çatışmalara ve geçmişe ait olan bilinçdışı nefretin yoğun birikimlerinden özgürleşmiştir. Nefretin ifade edilmemiş hatta hissedilmemiş kalmasının başka nedenleri de vardır. Bunlar şunlardır:
1. Analiz kendi suçluluğumla en iyi baş edebileceğim, kendimi yapıcı bir şekilde ifade edebileceğim için seçtiğim bir iştir.
2. Bu işten para kazanıyorum, ya da psikanalitik çalışma sayesin de toplumda bir yer sahibi olabilmek için formasyondayım.
3. Bir şeyler keşfediyorum.
4. İlerleme gösteren hastayla özdeşimlerle doğrudan ödüllendiriliyorum ve tedavi bittikten sonra da daha büyük ödüllerin olacağım da görebiliyorum.
5. Dahası, analist olarak nefreti ifade etme yollarına sahibim. Nefret “seans saati”nin bitişi ile ifade edilmektedir. Ben hiçbir sorun olmadığında ve hasta gitmekten memnun olduğunda bile bunun böyle olduğunu düşünüyorum.
Pek çok analizde bunlar olağanmış gibi kabul edilebilir, bu nedenle bunlardan hemen hemen hiç bahsedilmez ve analitik çalışma hastanın birdenbire ortaya çıkan bilinçdışı aktarımının sözel yorumlarıyla yapılır. Analist hastanın çocukluğunun yardım sever kişilerinden birinin veya diğerinin rolünü üstlenir. Hastanın çocukluğunda kötü işleri yapanların başarılarını da hesabına yazar. Bütün bunlar nevrotik nitelikli semptomlardan şikayetçi olan hastalara yönelik psikanalitik çalışmanın tanımının parçalarıdır.
Bununla beraber analist, psikotiklerin analizlerinde farklı tip ve düzeyde bir tavır takınır ve benim tanımlamaya çalıştığım da işte tam da bu farklı tavırdır.
Karşı-aktarım Kaygısının Açıklanması
Kısa süre önce, birkaç günlük bir sürede kötü iş çıkardığımı fark etmiştim. Hastalarımın her biriyle ilişkimde hatalar yapıyordum. Sorun benim kendi içimdeydi ve kısmen kişiseldi ancak özel bir psikotik hastayla ilişkimde eriştiğim bir uç noktayla özellikle ilgiliydi (bir araştırma çalışmasıydı bu). Sorun, bazen “iyileştirici” düş olarak adlandırılan düşümden sonra çözüldü. (Sırası gelmişken analizim süresince ve bitişinden sonraki yıllarda bir dizi bu “iyileştirici” düşlerden gördüğümü, ve çoğu pek hoş olmadığı halde her birinin duygusal gelişimimde yeni bir evreye erişmemi sağladığını eklemeliyim).
Bu düşten uyandığımda veya hatta uyanmadan önce düşün anlamının farkındaydım. Düş iki bölümden oluşuyordu. İlkinde bir tiyatroda balkonda oturuyordum ve aşağıda koltuklarda oturan insanlara bakıyordum. Bir organımı yitirmişim gibi şiddetli bir kaygı duydum. Bu Eyfel Kulesi’nin tepesindeyken duyduğum, elimi köşeye koyarsam aşağı-yere düşeceği duygusunu çağrıştırdı. Bu normal kastrasyon kaygısı olabilirdi.
Düşün sonraki bölümünde aşağıda oturan insanların bir oyun izlediklerinin farkındaydım ve sahnede olup biten ile onlar aracılığı ile ilişki kuruyordum. O zaman yeni bir tür kaygı gelişti. Tek bildiğim tüm bedenimin sağ tarafının olmadığıydı. Bu bir kastrasyon düşü değildi. Bu, bedenin o tarafına sahip olmama duygusuydu.
Uyandığımda o dönemdeki sorunumun ne olduğunu çok derin düzeyde anladığımın farkındaydım. Düşün ilk bölümü nevrotik hastalarımın bilinçdışı düşlemlerinin karşısında gelişebilecek olağan kaygıları tasarımlamaktaydı. Eğer bu hastalar onlarla ilgilenecek olurlarsa, elimi veya parmaklarımı kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalabilirdim. Bu tür bir kaygı tanıdık ve nispeten dayanılabilirdi.
Düşün ikinci bölümü psikotik hastayla ilişkime göndermeler yapmaktaydı. Bu hasta benim kendi bedeniyle hiçbir şekilde, hatta imgesel olarak bile bir ilişkim olmasını istememekteydi; kendisine ait olarak tanıdığı bir beden yoktu ve kendini ancak bir zihin olarak var hissedebilirdi. Bedenine yapılan herhangi bir gönderme paranoid kaygılara yol açıyordu, çünkü bir bedeni olduğunu öne sürmek ona zulmetmek demekti. Benden istediği yalnızca onun zihnine konuşan bir zihin olmamdı. Düşten önceki akşam sorunlarım had safhaya ulaşmışken sinirlendim ve benden istediğinin kılı kırk yarmaktan biraz hallice olduğunu söyledim. Bu yıkıcı bir etki yaptı ve benim yanlışımın aşılarak analizin eski haline dönmesi uzun zaman haftalar, aldı. Ancak asıl gerekli olan şey benim kendi kaygımı anlamamdı ve bu kaygı düşte aşağıda oturan insanların izlediği oyunla ilgilenmeye çalıştığımda bedenimin sağ yanının yokluğuyla tasarımlanmaktaydı. Bedenimin sağ tarafı bu hastayla bağlantılı olan taraftı ve bu yüzden onun, bedenlerimizle imgesel bir ilişkiyi dahi yadsıma gereksiniminden etkilenmişti. Bu yadsıma, bende normal kastrasyon kaygısından çok daha zor katlanılabilir olan bu psikotik tipteki kaygıyı yaratmıştı. Bu düşle ilgili başka olası yorumlar yapılabilirse de, bu düşü görmem ve anımsamam bu analizi yeniden ele alabilmemi ve hatta sinirliliğimle yarattığım zararı gidermemi sağladı. Bu sinirliliğimin kaynağı, bedeni olmayan bir hastayla olan ilişkime uygun nitelikteki tepkisel kaygıda yatmaktaydı..
Yorumun Ertelenmesi
Analist, belki de uzun bir zaman süresince hastanın ne yaptığına dair bir şey bilmesini beklemeden gerginliğe dayanmaya hazırlıklı olmalıdır. Bunu yapabilmek için de kendi korku ve nefretinin bütünüyle farkında olmalıdır. Yeni doğmuş veya henüz doğmamış bir bebeğin annesi konumundadır. En sonunda hastasına kendi payına nelere katlandığını anlatabilmesi gerekir, fakat açıktır ki bir analiz hiçbir zaman bu kadar ileri gitmez. Hastanın geçmişinden üzerinde çalışılabi-lecek çok az iyi deneyim olabilir. Analistin aktarımda üzerinde çalışabileceği erken çocukluğa ait hiç doyurucu ilişki yoksa ne olacaktır?
Aktarımda farkına varılan erken doyurucu deneyimlere sahip hastalarla erken deneyimleri eksik veya bozuk olan hastalar arasında büyük fark vardır, bunlar için analist hastanın yaşamında zorunlu çevresel unsurları sağlayan ilk kişi olabilir. Bu tür hastaların tedavilerinde analitik teknikteki diğer tür hastaların tedavilerinde var olduğu kabul edilebilen tüm şeyler yaşamsal önem kazanır.
Bir meslektaşa analizi karanlıkta yapıp yapmadığını sordum ve o da bana “Tabii ki Hayır! Bizim işimiz kesinlikle olağan bir çevre sağlamaktır: ve karanlık olağandışı olurdu.” dedi. Soruma şaşırmıştı. Nevrotiklerin analizlerine yönelik çalışıyordu. Ancak olağan çevrenin sağlanması ve sürdürülmesi bir psikotiğin analizinde tek başına yaşamsal derecede önemli bir şey olabilir, hatta yapılması zorunlu olan sözel yorumlardan bile daha önemli olabilir. Nevrotik için divan, sıcaklık ve rahatlık annenin sevgisinin simgeseli olabilir; psikotik için ise, bunların analistin sevgisinin fiziksel ifadesi olduğunu söylemek daha doğru olacaktır. Divan analistin kucağı veya rahmi ve sıcaklık analistin bedeninin canlı sıcaklığıdır v.s..
Nesnel Nefretin Test Edilmesi
Umarım konumu açıklarken ilerliyorum. Analistin nefreti genellikle gizildir ve kolaylıkla öyle kalabilir. Psikotiklerin analizlerinde analist nefretini gizil tutabilmekte daha çok gerginlik yaşar ve bunu da ancak nefretinin bütünüyle farkında olarak yapabilir. Bazı analizlerin bazı aşamalarında analistin nefretinin hasta tarafından arandığını ve burada gerekenin de nesnel nefret olduğunu eklemeliyim. Hasta nesnel veya haklı nefreti aradığında ona erişebilmelidir, yoksa nesnel sevgiye erişebileceğini de hissedemez.
Belki burada parçalanmış bir ailenin çocuğunun veya ebeveynsiz bir çocuğun durumundan söz etmek yararlı olabilir. Böyle bir çocuk zamanını bilinçsizce ebeveynlerini arayarak geçirir. Bilindiği gibi böyle bir çocuğu eve almak ve onu sevmek yeterli değildir. Evlatlık çocuk bir süre sonra umut etmeye, içinde bulunduğu çevreyi sınamaya ve velilerinin nesnel olarak nefret etme yeteneğinin kanıtlarını aramaya başlar. Sevildiğine inanabilmesi ancak nefret edildiğini görebilmesinden sonra olanaklı görünmektedir.
İkinci Dünya Savaşı sırasında 9 yaşında bir erkek çocuğu Londra’dan, bombalar nedeniyle değil dersleri astığı için, uzaklaştırılmış çocukların kaldığı bir yurda getirildi. Yurtta kaldığı süre içinde ona bir tedavi programı uygulamayı umuyordum. Ancak semptomu baskın çıktı ve 6 yaşında ilk evden kaçışından beri her yerden hep yaptığı gibi yine kaçtı. Bununla birlikte onunla tek bir görüşme sırasında ilişki kurabilmiştim. Bir çiziminde, kaçışıyla bilinçdışı olarak evini ve annesini saldırıdan koruduğu ve aynı zamanda zulmedicilerle dolu olan kendi iç dünyasından kaçmaya çalıştığını görmüştüm, ve bu noktalan ona yorumlamıştım.
Evimin çok yakınlarındaki bir polis istasyonunda ortaya çıktığında çok şaşırmamıştım. Burası onu çok iyi tanımayan az sayıdaki karakoldan biriydi. Eşim cömertçe onu aldı ve ona üç ay, üç cehennem ayı boyunca baktı. Çocukların en sevimlisi ve en çıldırtıcısıydı. Fakat neyse ki bizi ne beklediğini biliyorduk. İlk önce ona sınırsız bir özgürlük tanıdık ve her dışarı çıktığında bir şilin vererek işe başladık. Onun yalnızca telefon etmesi yeterliydi, onu hangi karakoldaysa orada buluyorduk.
Kısa sürede beklenen değişim gerçekleşti, semptom değişti ve çocuk saldırıyı iç dünyasına yönelterek dramatize etmeye başladı. Bu, ikimiz için de gerçekten tüm günümüzü alan bir işti ve en kötü olaylar ben dışarıdayken yaşanıyordu.
Yorum, gündüz veya gece, dakikası dakikasına yapılmalıydı. Bir kriz sırasında tek çözüm, çocuk analizdeymişçesine doğru yorum yapmak oluyordu. Doğru yorum, onun her şeyin üstünde değer verdiği bir şeydi.
Bu konuşmanın amacı açısından önemli olan, çocuğun kişiliğinin gelişiminin bende nasıl nefrete yol açtığı ve benim bununla ilgili ne yaptığımdır.
Ona vurmuş muydum? Hayır, ona hiç vurmadım. Ancak eğer nefretimle ilgili her şeyi bilmiyor olsaydım ve onu da bundan haberdar etmemiş olsaydım ona vurmak zorunda kalabilirdim. Krizler sırasında kaba kuvvet kullanarak, kızmadan ve suçlamadan, günün hangi saati olduğuna ve hava koşullarına aldırmadan onu alıp kapının önüne koydum. Orada çalabileceği özel bir zil vardı ve onu çaldığında olanlarla ilgili bir şey konuşulmadan içeri alınacağım bilirdi. Mani atağından kurtulur kurtulmaz bu zili kullanırdı.
Önemli olan, her seferinde onu kapının önüne koyduğumda ona birşey söylememdi; ona ondan nefret etmeme yol açan şeyi söylerdim. Bu çok kolaydı çünkü o denli doğruydu. Sanırım bu sözler onun süreçleri açısından önemliydi, ancak bunlar asıl benim şiddete başvurmadan, kendimi yitirmeden ve her an onu öldürmeden bu duruma katlanabilmemi sağladıkları için önemliydiler.
Çocuğun bütün öyküsü burada anlatılamaz. Bir ıslahevine gitti. Bizimle olan köklü bağı hayatındaki az sayıdaki istikrarlı şeylerden biri olarak kaldı. Günlük yaşamdan alınan bu kesit genelde güncelde haklı olan nefret konusuna bir örnek olarak kullanılabilir; bunu başka bir konumda, hastanın bir eylemi sonucu ortaya çıkan, haklı nefretten ayırmak gerekir.
Annenin Aşkı ve Nefreti
Nefret ve nefretin kökenleri sorununun tüm karmaşıklığından bir şeyi ayırmak istiyorum. Çünkü bunun psikotik hastaların analistleri için önemli olduğuna inanıyorum. Bebek annesinden nefret etmeden ve annesinin ondan nefret ettiğini bilebileceği zamandan önce anne bebekten nefret eder.
Bu saptamayı geliştirmeden önce Freud’a bir gönderme yapmak istiyorum. Nefretle ilgili özgün ve aydınlatıcı pek çok şey söylediği “Dürtüler ve akıbetleri” (1915) başlıklı yazısında Freud şöyle der: Gerektiğinde dürtünün doyum amaçları için göz diktiği nesneleri “sevdiği” söylenebilir; ancak bir nesneden “nefret ettiğini” söylemek tuhaf gelebilir Bu şekilde, aşk ve nefret tutumlarının dürtülerin nesneleri ile ilişkisini nitelendirdiği gibi, tüm benliğin nesnelerle ilişkilerine de özgü olduğunun farkında oluyoruz…” Bunun doğru ve önemli olduğunu sanıyorum. Bu, bir bebeğin nefret edebilmesinden önce kişiliğinin tamamlanması gerektiği anlamına gelmez mi? Tamamlanma ne denli erken olursa olsun (belki uyarılmanın ve öfkenin doruk noktasında bu tamamlanma olur) kuramsal bir evre var ki bu evrede küçük çocuk kötü bir şey yaptığında bu, nefretin sonucu değildir. Bu evreyi tanımlarken “acımasız sevgi” terimini kullanmıştım. Kabul edilebilir mi bu? Bebek bütün bir insan gibi hissedebilmeye başladığında, nefret sözcüğü duygularının belli bir kısmı için tanımlayıcı bir anlam kazanır.
Bununla birlikte anne bebeğinden başından beri nefret eder. Freud’un, bir annenin belli koşullarda erkek çocuğu için yalnızca sevgi duyabileceğinin olası olduğunu düşündüğüne inanıyorum. Ancak biz bundan şüphe etmeliyiz. Biz bir anne sevgisini biliyor ve onun gücünü, gerçekliğini kabul ediyoruz. İzin verin bir annenin neden bebeğinden hatta oğlundan nefret ettiğini açıklamak için birkaç neden sıralayayım:
Bebek, onun öz ürünü (zihinsel) değildir. Bebek, çocukluk oyunlarındaki çocuk, babanın çocuğu, erkek kardeşin çocuğu v.s… değildir. Bebek büyüyle ortaya çıkmamıştır. Bebek gebelikte ve doğumda annenin bedeni için bir tehlikedir. Bebek onun özel hayatına bir müdahale, daha önceki uğraşlarına bir meydan okumadır. Bir anne az ya da çok değişen derecelerde kendi annesinin bir bebek istediği duygusuna sahip olabilir, bu durumda bebek annenin gönlünü almak için yapılmıştır. Bebek emerken annenin meme uçlarını acıtır, çünkü emmek bir çiğneme eylemidir. Bebek acımasızdır, anneye bir pislik, bedava hizmetçi, köle gibi davranır. Anne bebeği bütün pislikleriyle, her şeyiyle, kendisiyle ilgili şüpheleri olana kadar sevmek zorundadır. Bebek annenin canını acıtır, zaman zaman onu ısırır, bunları da hep sevgiyle yapar. Çocuk anneyle ilgili yanılsamanın bozulduğunu gösterir. Coşkulu sevgisi aslında tel-dolap bir sevgidir, öyle ki istediğini bulabilir ve onu portakal kabuğu gibi bir kenara atar. Başlangıçta bebek hükmetmelidir, tüm rastlantılardan korunmalıdır, yaşam bebeğin ritmine göre ayarlanmalıdır ve tüm bunlar annenin sürekli ve ayrıntılı uğraşını gerektirir. Örneğin onu tutarken kaygılı olmamalıdır v.s. Öncelikle bebek annenin ne yaptığını veya onun için neleri feda ettiğini bilmez. Özellikle de onun nefretine yer bırakmaz. Şüphecidir, annenin lezzetli yemeğini reddeder ve onun kendisinden şüphe duymasına yol açar, ancak teyzesiyle güzelce yer. Korkunç geçen bir sabahtan sonra dışarı çıktıklarında “Ne şirin değil mi? ” diyen bir yabancıya gülümser. Eğer anne başlangıçta bir kusur yaparsa bilir ki, o bunun acısını ondan sonsuza kadar çıkaracaktır. Bebek onu uyarır ama onu engeller de, onu yiyemediği gibi onunla bir cinsel ilişkisi de olamaz. Psikotiklerin analizlerinde ve hatta sağlıklı insanların analizlerinin son evrelerinde analist kendini yeni doğmuş bir bebeğin annesiyle karşılaştırılabilecek bir durumda bulmalıdır. Hasta çok derinlere gerilediğinde analistiyle, bir fetus veya yeni doğanın annesini sevebileceğinden daha çok özdeşleşemez veya onun bakışını benimseyemez.
Bir anne bebeğinden, bununla ilgili hiçbir şey yapmadan, nefret edebilmeye katlanabilirleridir. Bunu ona ifade edemez. Bebeği tarafından canı acıtıldığında yapabileceklerinden korktuğu için ondan gerektiği gibi nefret edemezse mazoşizme yönelecektir. Ben bunun, kadınlarda doğal mazoşizm gibi bir yanlış kurama yol açan şeyin kökeninde olduğunu düşünüyorum. Bir anneyle ilgili en dikkate değer şey onun bebeği tarafından o kadar çok kötü muamele edilebilme yeteneği ve çocuğundan öfkesini çıkarmadan o kadar çok nefret edebilmesi ve daha sonraki bir tarihte gelecek veya belki de hiç gelmeyecek olan ödülleri bekleyebilmesidir. Belki bunu başarabilmesinde bebeğinin eğlendiği fakat neyse ki anlamadığı bazı ninnilerin yardımı vardır?
Gemi, gemici, hepsi ağacın tepesinde, Rüzgar estiğinde, beşik sallanacak, Dal kırıldığında, beşik düşecek, Ve küt, bebek de !
Bir anneyi (veya babayı) küçük bir bebekle oynarken düşünüyorum; bebek oyundan keyif almaktadır ve ebeveynin sözcüklerle belki de doğumun simgesel terimleriyle nefretini ifade ettiğini bilmemektedir. Bu, fazla duygusal bir çocuk şarkısı değildir. Duygusallık ebeveynler için gereksizdir, çünkü nefreti yadsır ve annedeki duygusallığın küçük çocuk için hiç bir değeri yoktur. Bir çocuğun duygusal bir çevrede kendi nefretinin tüm enginliğine katlanabilir olarak yetişebilmesinden şüphe duyarım. Nefret edebilmek için nefrete gereksinimi vardır. Eğer bu doğruysa psikotik bir hastanın, analist ondan nefret etmedikçe analiste olan nefretine katlanabilmesi beklenemez.
Yorum Sorunun Pratiği
Eğer bütün bunlar doğru kabul edilirse tartışma için geriye yalnızca analistin hastaya nefretinin yorumuyla ilgili sorular kalır. Bu aslında tehlikeyle dolu bir konudur ve zamanlama çok dikkatli yapılmalıdır. Ancak ben, analizin sonlarına doğru bile olsa analistin hastasına ilk başlarda hasta iken ona söyleyemediği onun için yaptıklarını söylemeden, analizin tamamlanmadığına inanırım. Bu yorum yapılana kadar hasta bir dereceye kadar, annesine ne borçlu olduğunu anlayamayan bir bebeğin konumunda tutulmaktadır.
Özet
Bir analist kendini çocuğuna adayan fedakar bir annenin tüm sabrını, hoşgörüsünü ve sürekliliğini göstermelidir; hastanın arzularını gereksinimleri olarak tanımalıdır; hazır, dakik ve nesnel olabilmek için diğer uğraşlarını bir tarafa koyabilmeli; aslında yalnızca hastanın gereksinimleri nedeniyle verilenleri vermeyi arzuluyor gibi görünmelidir.
Analistin bakış açısının hasta tarafından (bilinçdışı olarak bile) benimsenmediği uzun bir başlangıç süreci olabilir. Onun bunu tanıması beklenemez, çünkü hastanın incelenen ilkel köklerinde analistle özdeşleşme için yeterlilik yoktur; ve hasta, analistin nefretinin, kendisinin ham bir aşkla kendince severken yaptığı pek çok şeyden kaynaklandığını göremez.
Psikotik tipte bir hastanın olağan tedavisinde veya analizinde (araştırma analizinde) analist (psikiyatr, psikiyatri hemşiresi) büyük bir zorlanmaya maruz kalır ve burada psikotik nitelikli kaygının ve ağır psikiyatrik hastalarla çalışanlardaki nefretin oluşma biçimlerini incelemek önemlidir. Yalnızca bu yolla terapinin hastanın gereksinimlerinden çok terapistin gereksinimlerine göre uyarlanmış olmasından sakınmak umudu olabilir.